12 Eylül 2007 Çarşamba

İsyan Günlüğü I: İsyan Öncesi Sessizlik




"Vücudumdaki yangın izleri yapabileceklerim adına daha da zihnimi açıyordu.
Baktıkça hırsım gözlerimi bir şeytanın örgütlenmesine adamış son sessizliğini yaşıyordu."


------------------
En güzel hikayeler ortasından başlar. Biz de hikayenin ortasından giriş yaptık. Lakin boynun borcu öncesini de anlatmaktır. H.nin hikayesi aşağıdadır.
------------------

H. "aydınlık yıllar"ın puslu bir zamanında dünyaya gelmesine sebep olan babasını hiç sevemedi. Üstüne siyah bir önlük giydirip de "Haydi okula." dediğinde nefret etti. Babası "Oku da adam ol." derken; içinden hep "Adamlık buysa ben adam olmayacağım...olmayacağım..olmayacağım..olmamalıyım.." diye sayıklardı. Dişlerini sıkarken de ağzı hep kapalı olduğundan içindekiler bir türlü dışarı çıkamadı. Bütün özellikleri-merakları babasına inat gelişti. Annesi mi? Hiç tanımadı ki.. Yine zorlamayla liseye gönderildiğinde babası biraz daha değişti. Artık "Oku, adam ol." değil; "Adam oldun, çalış." diyordu. H. işe başladı. Liseyi de zar zor bitirdi işte. Üniversiteye gerek yoktu. Ama babası gittikçe huysuzlanıyordu. Hiç bir şeyle tatmin olamaz noktaya geldiğinde H. ilk kez içindekini dışarı kustu..

O gece kendini dışarıda buldu. İki-üç gece köpeklerle birlikte sidik kokan izbelerde yattı. Sonra metruk bir bina buldu. Camdan içeri atladı. Bina üç katlı ve ahşaptı. Sağda solda tek-tük bali tüpleri vardı lakin sokaktan iyiydi işte. Hem H.nin hala bir işi vardı. Binanın bir odasını mesken edindi. Kapısına zincir falan taktı. Hissetmediği şeyleri hissetmeye başlamıştı H. o sıralar. İlk kez "huzur" diye birşeyin varlığını hissetti mesela. Sonra "özgürlük". Etrafta tanınmaya bile başladı. Mahallenin bakkalı veresiye bile veriyordu ona. Bu böyle üç ay sürüp gitti.
H. o gece uyurken dışarıda bir yerlerde bir diyalog geçiyordu:

--------------
- Yahu o bölgeyi komple parselledik; ama bir sik yapamıyoruz.
- Ne sorun çıktı yine Abdullah Bey?
- Orada hani köşede bir ahşap bina var ya. Yıktırmıyorlar onu. Tarihi esermiş de anıtmış da bilmem neymiş de.. Yemişim anıtını, ben site yapacağım oraya komple. Müthiş para var orada, müthiş. Sinirlerim bozuldu.
- Abdullah bey, lütfen telaş etmeyiniz.
- Neyine telaş etmeyeyim lan, neyine? Koskoca iş kıçıkırık bir antika yüzünden heder oluyor.
- Bir çözüm bulunur efendim.
- Ne çözümü?
- Yakarız..
- Ne!?
- Tanıdığım adamlar var efendim. Üç-beş kuruşa yakarlar orayı. Enkazı kaldırıp siteyi kurarız.
- Yahu Ahmet, içeride kalan olmasın?
- Yoktur efendim, kapıları falan kilitliymiş galiba. Hem olsa ne olacak. Hep böyle yerlerde kalan pislikler işliyor hırsızlık-kapkaç-cinayet suçlarını. Karışanları olmaz, görüşenleri olmaz. Haybeye yaşıyorlar.
- Doğru diyorsun aslında da.. İşte.. Neyse, düşünelim bunu Ahmet.
- Peki Abdullah bey.

----------------------

H. cumartesi akşamı işten çıktı. Pazar günü pikniğe gidecekti. Karşı apartmandaki Yılmaz Abiler çağırmıştı. Neşeliydi. Yine atladı harabenin camından. Çıktı odasına. Ekmek yedi. Yattı, uyudu...

H.nin ayağını birden bir şey ısırdı. İrkilerek uyandı. Alevler kapısının altından dillerini uzatıyordu. Korktu. O sıra dışarıdan çığlıklar duyulmaya başladı. H. daha çok korktu. Alevler kapıyı da yutup odanın içine girdiler. H. cama çivilediği kartonları yırtmaya çalışıyordu. Alevler H.ye yetişti. H. bağırıyordu. Sancıyordu. Sesi acıyordu. Birtek yüzü işte. Yüzünü koruyabiliyordu. Yırttı kartonu. Karanlık boşluktan bir saman alevi düştü, söndü.. Kalmak için seçtiği oda üçüncü kattaydı..

----------------------Hastanede

Uyandı. Kolları, bacakları ve karın bölgesi sargılıydı. Başında bir hemşire vardı. "Ucuz atlatmışın be canım.." dedi. H. ne olduğunu hala anlamamıştı. Anlattılar. Mahalledeki Yılmaz Abiler de geldi ziyaretine. Müteahhiti anlattılar içinde bol bol "Şerefsiz, piç, orospu çocuğu" geçen cümlelerle. Ama yasal olarak ispatlanamıyordu işte. Adam elini kolunu sallaya sallaya geziyordu. Yasal olarak ne ispatlandı ki şimdiye kadar zaten? Yasal olanı kim istedi ki zaten?

İki hafta sonra H. taburcu oldu. Hastane parasını Yılmaz Abiler ödedi. Önce Yılmaz Abiler'e gidip yemek yedi. Biraz dinlendi. Üstüne temiz bir kaç eşya verdiler. Sonra üç ay boyunca huzur bulduğu eski harabe-yeni enkaza yollandı. Atlayacak cam kalmamıştı ki. Kömür gibi duruyordu ahşap binanın iskeleti karşısında. İçine girdi. Nispeten az zarar görmüş bir koltuk buldu ve oturdu. Kaç saat oturdu? Bilemedi. Lakin sessizdi.
İşte hikayenin ortasına döndük.

----------------------------

"Vücudumdaki yangın izleri yapabileceklerim adına daha da zihnimi açıyordu.
Baktıkça hırsım gözlerimi bir şeytanın örgütlenmesine adamış son sessizliğini yaşıyordu."

5 yorum:

duende dedi ki...

iyi bir yazarla fotoğrafçının çalışmaları olucak.
başladığınız güzellikte devam edesiniz.

Tolga dedi ki...

harbiden iyi hikaye-foto-blog olmus. hikayelerin devaminin gelmesini diliyorum.

Friedrich Camus dedi ki...

Pek teşekkür ettik, beğendiğinize de pek sevindik. KIRIktripod efendi götceğizini kaldırsa gelecek devamı da. Ama keyfini bekliyoruz köftehorun.

İkametsiz dedi ki...

Konseptin çoğunu oluşturan fotoğrafçınızın götüne daha saygılı olunuz

Emre Fenerci (KırıkTrıpod) dedi ki...

Konunun dönüpte benim götüme kadar geleceği aklıma gelmezdi. Konuyu değiştirmek için yazı yazmak gerekir diye düşünüyorum.

Saygıdeğer dostlarımız, pazar günü yapılan uzun ve çok yorucu bir çekimler silsilesinin ardından bugün vermeyi planladığımız hikayenin 2. bölümünde emeği geçen tüm çalışanlarımıza kendi adıma teşekkürü bir borç bilirim. Bu teşekkürü burda yapmamdaki sebep 1. konuyu dağıtmak, 2. nedense çekimden sonra hadi görüşürüz diye ayrıldık, birbirimize teşekkür etmedik. İçime oturdu. Şimdi vicdanen rahatım.

Fazla eylenmeden okuyun!