22 Eylül 2007 Cumartesi

İsyan Günlüğü III: Aydınlanma



"İçim öfke ile dolu. Öyle ki bardaktaki su taştı, kendime zarar veriyorum.
Olması gerekti. Olmalıydı ve oldu. Şimdi yapacaklarımın önünde hiç bir kara bulut yok. Açık seçik görüyorum. Görüyorum ki yandınız."

-----------

H. ne yapacağını çok iyi biliyordu. Ama içindeki polisler onu durduruyordu. Aslında duvarlara vururken de polisleri öldürüyordu. Sahip olduğu her şey yitip gitmişti. Neden polisler kalsın? Şimdi o mülksüzdü. Tamamen mülksüz. Ona sahip olabilecek hiç bir şeyi yoktu. Bu yüzden gücünün zirvesindeydi. Hiç bir şeyle göbek bağı kalmadı. Hiç bir engeli kalmadı.. Aydınlandı...

Müteahhit şerefsizdir. Duruşma H.nin beyninde gerçekleşti. Tek celsede müteahhit suçlu bulundu. Savunma hakkı da verilmedi. Şimdi iş, cezayı tatbik etmekte. Bu cezayı da ancak tarihin aydınlanmış sakat piçi tatbik edecek..

Müteahhit Abdullah'ın varlığı Ahmetler'i yarattı. Ahmetler'in varlığı Abdullahlar'ı güçlendirdi. Bu kahrolası devr-i daimin pas tutmaz zincirleri H.ler'i ezdi, Ahmetler'i vicdansız bıraktı.

"Büyük abiler" kanundan yanaydı tabii ki. "Devlet baba" her şeyi görür ve bilirdi. Eğer Abdullahlar suçlu olsaydı önce "Devlet Baba" cezalandırırdı onu. Lâkin "Büyük abiler" Devlet'in cezalarının ne işe yaradığını hiç düşünmediler. Onu geçsek bile, o cezaların kimlere uygulandığını dahi düşünmediler. "Büyük abiler, Anaç teyzeler" kandırıldı. Her hangi bir felaketin tek sorumluları olduklarına inandılar. Sorumluya taptılar. "Devlet benim" dediler. Aslında bunlar işlerine geldiği için yaptılar. H. gibilerini görünce acıdılar. Acıdıkça O'nun gibi olmamak için mülklerine daha sıkı sarıldılar. Onlar sarıldıkça müteahhitler güçlendi. Müteahhitler güçlendikçe onlar sarıldı. Olan H.nin hayatına, onların da özgürlüklerine oldu.

Ama şimdi H. bir Buddha misali aydınlandı; bir Mesih misali seçildi. Buddhalar'a ve Mesihler'e karşı. İçindeki öfke O'na huzru sağladı. Gerçeklerin ormanında seyr-i sülûk etmekte olan beyni-kalbi kardeş oldular. İçinde dayanılmaz bir öfke vardı. Yöneldiği kristali paramparça edecek bir öfke.

Şimdi H. Onlar'ın mistik sembol dünyasındaki tüm Kötüler'i temsil ediyordu. Tanrı karşısındaki Şeytan, Habil karşısındaki Kabil, Adem karşısındaki Lilith.. ve daha fazlası.
İşte bu da dayanılmaz ikiyüzlülüğün kendini açık seçik belli etmesiydi: Tüm aydınlanmış piçlerin paradoks mükemmeliyetini yaratmasını sağlayan toplumsal ikiyüzlülük.

H.nin kalbi ayağa kalktı, karanlık aydınlığa doğru hareketlendi...


17 Eylül 2007 Pazartesi

İsyan Günlüğü II: Dışavurum


"Üç hafta önce bu evin dışında çocuklar oynuyordu, sevgililer geziyordu..
Hala çocuklar oynuyor, sevgililer geziyor.
Dayanamıyorum ulan dayanamıyorum.
Bir hiç miyim?
Madem bir hiçim bari kendimi tasdikleyeyim."



"Ben belki de hayatımdaki son değişikliği yapmıştım bu eve girmekle.
Son olmalıydı. Son!
Hakkınız yoktu ki makberini bulmuş ruhumu uyandırmaya."



"Ben şimdi buradayım ya, hani ben geri döndüm ya.
Bir önem arzetmiyor sizin için değil mi?
Ölseydim de haberiniz olmazdı.
Yaşıyorum, bu yüzden hiç haberiniz olmadı.
Yeter artık yeter!
Anlamsız yaşamımın kollar üstünde taşınmasına ne kadar kaldı?"

Ama..

Bir dakika, ben ne yapıyorum ki? Tabii ya..

12 Eylül 2007 Çarşamba

İsyan Günlüğü I: İsyan Öncesi Sessizlik




"Vücudumdaki yangın izleri yapabileceklerim adına daha da zihnimi açıyordu.
Baktıkça hırsım gözlerimi bir şeytanın örgütlenmesine adamış son sessizliğini yaşıyordu."


------------------
En güzel hikayeler ortasından başlar. Biz de hikayenin ortasından giriş yaptık. Lakin boynun borcu öncesini de anlatmaktır. H.nin hikayesi aşağıdadır.
------------------

H. "aydınlık yıllar"ın puslu bir zamanında dünyaya gelmesine sebep olan babasını hiç sevemedi. Üstüne siyah bir önlük giydirip de "Haydi okula." dediğinde nefret etti. Babası "Oku da adam ol." derken; içinden hep "Adamlık buysa ben adam olmayacağım...olmayacağım..olmayacağım..olmamalıyım.." diye sayıklardı. Dişlerini sıkarken de ağzı hep kapalı olduğundan içindekiler bir türlü dışarı çıkamadı. Bütün özellikleri-merakları babasına inat gelişti. Annesi mi? Hiç tanımadı ki.. Yine zorlamayla liseye gönderildiğinde babası biraz daha değişti. Artık "Oku, adam ol." değil; "Adam oldun, çalış." diyordu. H. işe başladı. Liseyi de zar zor bitirdi işte. Üniversiteye gerek yoktu. Ama babası gittikçe huysuzlanıyordu. Hiç bir şeyle tatmin olamaz noktaya geldiğinde H. ilk kez içindekini dışarı kustu..

O gece kendini dışarıda buldu. İki-üç gece köpeklerle birlikte sidik kokan izbelerde yattı. Sonra metruk bir bina buldu. Camdan içeri atladı. Bina üç katlı ve ahşaptı. Sağda solda tek-tük bali tüpleri vardı lakin sokaktan iyiydi işte. Hem H.nin hala bir işi vardı. Binanın bir odasını mesken edindi. Kapısına zincir falan taktı. Hissetmediği şeyleri hissetmeye başlamıştı H. o sıralar. İlk kez "huzur" diye birşeyin varlığını hissetti mesela. Sonra "özgürlük". Etrafta tanınmaya bile başladı. Mahallenin bakkalı veresiye bile veriyordu ona. Bu böyle üç ay sürüp gitti.
H. o gece uyurken dışarıda bir yerlerde bir diyalog geçiyordu:

--------------
- Yahu o bölgeyi komple parselledik; ama bir sik yapamıyoruz.
- Ne sorun çıktı yine Abdullah Bey?
- Orada hani köşede bir ahşap bina var ya. Yıktırmıyorlar onu. Tarihi esermiş de anıtmış da bilmem neymiş de.. Yemişim anıtını, ben site yapacağım oraya komple. Müthiş para var orada, müthiş. Sinirlerim bozuldu.
- Abdullah bey, lütfen telaş etmeyiniz.
- Neyine telaş etmeyeyim lan, neyine? Koskoca iş kıçıkırık bir antika yüzünden heder oluyor.
- Bir çözüm bulunur efendim.
- Ne çözümü?
- Yakarız..
- Ne!?
- Tanıdığım adamlar var efendim. Üç-beş kuruşa yakarlar orayı. Enkazı kaldırıp siteyi kurarız.
- Yahu Ahmet, içeride kalan olmasın?
- Yoktur efendim, kapıları falan kilitliymiş galiba. Hem olsa ne olacak. Hep böyle yerlerde kalan pislikler işliyor hırsızlık-kapkaç-cinayet suçlarını. Karışanları olmaz, görüşenleri olmaz. Haybeye yaşıyorlar.
- Doğru diyorsun aslında da.. İşte.. Neyse, düşünelim bunu Ahmet.
- Peki Abdullah bey.

----------------------

H. cumartesi akşamı işten çıktı. Pazar günü pikniğe gidecekti. Karşı apartmandaki Yılmaz Abiler çağırmıştı. Neşeliydi. Yine atladı harabenin camından. Çıktı odasına. Ekmek yedi. Yattı, uyudu...

H.nin ayağını birden bir şey ısırdı. İrkilerek uyandı. Alevler kapısının altından dillerini uzatıyordu. Korktu. O sıra dışarıdan çığlıklar duyulmaya başladı. H. daha çok korktu. Alevler kapıyı da yutup odanın içine girdiler. H. cama çivilediği kartonları yırtmaya çalışıyordu. Alevler H.ye yetişti. H. bağırıyordu. Sancıyordu. Sesi acıyordu. Birtek yüzü işte. Yüzünü koruyabiliyordu. Yırttı kartonu. Karanlık boşluktan bir saman alevi düştü, söndü.. Kalmak için seçtiği oda üçüncü kattaydı..

----------------------Hastanede

Uyandı. Kolları, bacakları ve karın bölgesi sargılıydı. Başında bir hemşire vardı. "Ucuz atlatmışın be canım.." dedi. H. ne olduğunu hala anlamamıştı. Anlattılar. Mahalledeki Yılmaz Abiler de geldi ziyaretine. Müteahhiti anlattılar içinde bol bol "Şerefsiz, piç, orospu çocuğu" geçen cümlelerle. Ama yasal olarak ispatlanamıyordu işte. Adam elini kolunu sallaya sallaya geziyordu. Yasal olarak ne ispatlandı ki şimdiye kadar zaten? Yasal olanı kim istedi ki zaten?

İki hafta sonra H. taburcu oldu. Hastane parasını Yılmaz Abiler ödedi. Önce Yılmaz Abiler'e gidip yemek yedi. Biraz dinlendi. Üstüne temiz bir kaç eşya verdiler. Sonra üç ay boyunca huzur bulduğu eski harabe-yeni enkaza yollandı. Atlayacak cam kalmamıştı ki. Kömür gibi duruyordu ahşap binanın iskeleti karşısında. İçine girdi. Nispeten az zarar görmüş bir koltuk buldu ve oturdu. Kaç saat oturdu? Bilemedi. Lakin sessizdi.
İşte hikayenin ortasına döndük.

----------------------------

"Vücudumdaki yangın izleri yapabileceklerim adına daha da zihnimi açıyordu.
Baktıkça hırsım gözlerimi bir şeytanın örgütlenmesine adamış son sessizliğini yaşıyordu."